Atun: KKTC'yi kurunca, 'tanınma olmadan görüşmem' demeliydik
Haber: Fezile A. Öksüz ve Özgül Gürkut Mutluyakalı Fotoğraflar: Süleyman Önal /TAK “Bizim kapıyı kapatıp, ‘tanınma olmadan görüşmem’ dememiz lazımdı”.
Güncel
16.11.2018, 14:03 16.11.2018, 14:03
44
Haber: Fezile A. Öksüz ve Özgül Gürkut Mutluyakalı Fotoğraflar: Süleyman Önal /TAK
“Bizim kapıyı kapatıp, ‘tanınma olmadan görüşmem’ dememiz lazımdı”... Bağımsızlık ilanı sırasında UBP Milletvekili olarak KKTC’nin kurulmasına tam destek veren ve Kıbrıs Türk toplumunun bugün geldiği noktanın hayal bile edilemeyecek düzeyde olduğu değerlendirmesinde bulunan eski başbakanlardan Hakkı Atun, bağımsızlık bildirgesinin federasyona açık olmasının bir hata olduğu görüşünde…
Atun, uluslararası konjonktürde zorda kalmamak adına yakalanan fırsatların da değerlendirilmediğini düşünüyor.
Federasyonun pratikte işlemeyecek bir model olduğuna inanan Atun, bunu artık bugün herkesin kabul ettiğine, Rum liderin bile son zamanlarda gevşek federasyonda bahsettiğine işaret etti.
Kıbrıs Türk siyasetinde uzun yıllar boyunca yer alan, eski meclis başkanı ve başbakanlarından 83 yaşındaki Hakkı Atun, KKTC’nin kuruluş yıl dönümü nedeniyle TAK’ın sorularını yanıtladı ve 1983’ten günümüze meydana gelen gelişmeleri değerlendirdi.
Soru: KKTC’nin ilanına nasıl gelindi? Siz bu sürecin neresindeydiniz?
Kabine dışında kalıp, UBP Genel Sekreterliği görevini yürüttüğüm bir dönemdi. Dolayısıyla hükümet içindeki olaylardan pek haberdar değildim. Sonradan okuduklarımdan, Denktaş ile Çağatay’ın bunu bir hedef haline getirip, gerçekleştirmeyi akıllarına koyduklarını öğrendim. Müzakerelerde artık bir yere varılamıyordu, Rumlar hâlâ ayak sürüyordu, şimdi olduğu gibi ve artık geriye uygun zamanın belirlenmesi kalmıştı.
“KENDİ İÇİMİZDE BİLE ÇOK GİZLİ TUTMAYI BAŞARDILAR”
Ancak bunu çok titiz ve gizli yaptılar. Kendi içimizde bile çok gizli tutmayı başardılar. O dönem Ankara’ya görevli olarak biri gönderilir ancak Ankara Büyükelçisi Peker Turgud’dan, Dışişleri Bakanlığı’nın dahi bundan haberdar olmadığını öğreniyoruz.
Soru: Kıbrıs Türkler bağımsız devlet talebini daha önce dillendirmedi mi?
Barış Harekatı sonrasında, federe devletin kurulması aşamasında da bağımsız bir devlet ilan edelim denmişti ancak Ecevit’in iyi niyetle tarafların federal birer kanadını oluşturabileceği bir federasyondan yana tavır koyması ve doruk antlaşmaları sonrasında Makarios’ta da bir yumuşama gözlemlendiği için olmamıştı. Denktaş daha sonraki açıklamalarında Ecevit’e ayrı bir devleti kabul ettiremediğini söylemişti.
“ASKERE DAHA KOLAY KABUL ETTİRECEĞİNİ DÜŞÜNEREK HAREKETE GEÇTİ”
Soru: Türkiye’ye 1983’te nasıl kabul ettirdi?
Türkiye’de bu dönemde darbe sonrası askeri yönetimin söz konusu olduğu o günlerdi ve askerle arası her zaman iyi olan Denktaş, bunu askere daha kolay kabul ettirebileceğini düşünerek, bağımsız devlet ilanı için harekete geçti. Ve bir akşam meclisteki bütün milletvekillerini Cumhurbaşkanlığı sarayına davet edip, böyle bir niyeti olduğunu söyledi. Artık karar verilmişti. Akılcı ve mantıklı bir yaklaşımla konuyu aktardı ve o gece ülkenin dış dünyayla bağlantısının kesildiğini duyurdu.
“BÜYÜK BİR DESTEK SAĞLANMIŞTI... ÖĞRETMENLER BİLE DESTEKLEMİŞTİ”
Soru: Muhalefetin ilk tepkisi ne oldu?
O yemekte devletin ilan edileceğini açıkladığı konuşmasındaki mesaj, UBP’den çok muhalefeteydi. Onlara “yarın karşı çıkacağınız bu devletin meclisinde yer almanız doğru olmayacak” demişti. Yani karşı çıktıkları devletin meclisinde yer almalarının etik olmayacağını demek istedi. Ben diktatörce bir imada bulunarak, baskı altına aldığını düşünmüyorum... Zaten muhalefet Türkiye’nin bu konuda ne dediğini sorduğu zaman da arzu edenlerin gidip elçiyle konuşabileceğini söyledi. Onlar da aralarından bir heyet seçerek, elçiye gittiler. O dönemin büyükelçisi İnal Batu da bu konuya inanan ve destekleyen biriydi. Ertesi gün meclis toplandı ve Meclis oy birliğiyle bağımsızlık ilanını onayladı. Bu oluşuma bugün karşıymış gibi duran öğretmenler, Denktaş’a o günlerde tam destek vermişti. Sonradan öğrendim. Büyük bir destek sağlanmıştı. İnançlı bir destek… Bunların arasında Arif Hasan Tahsin de vardı.
“KENDİMİ TUTAMADIM AĞLADIM”
Soru: Devletin ilanı sonrasında ne hissettiniz?
Ben şahsen o gün Denktaş’ın konuşmasından sonra çok duygulandım. Kendimi tutamayıp ağladığımı hatırlıyorum. Dışarıda da coşkulu bir kalabalık vardı. Haber verilen halk, meclisin önüne sevinçli bir kalabalık oluşturmuştu. Denktaş Bey yine son derece duygulu bir konuşma yaptı orada da... Artık yolun sonuna gelindiğini, tutulabilecek en doğru yolun bu yol olduğunu ve başka bir çaremiz olmadığını söyledi. Halkın onayıyla bağımsızlık onaylanmış oldu.
Soru: Bağımsızlık Bildirgesi’yle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bağımsızlık denilmesine rağmen federasyona da açık olunacak denilmişti. Bağımsızlık bildirgesini herkes imzalamıştı ancak geçici bir maddeyle Türkiye’yi uluslararası konjonktürde zora sokmamak için bir esneklik gösterildi.
“TÜRKİYE AÇIKCA KKTC’Yİ TANITACAĞIZ DİYE BİR POLİTİKA ORTAYA KOYMADI”
Soru: Siz federasyona açık olunmasını yanlış mı buluyorsunuz?
Evet yanlış buluyorum. Bir yandan bizi oyalıyorsunuz diyorduk, bir yandan da federasyona açık olmakta ısrar ediyorduk. O zaman daha radikal bir yaklaşım gösterilebilseydi, belki bugün durum çok daha farklı olurdu. Yakaladığımız en iyi fırsat Gali Fikirler Dizisi’ydi. Biz kabul ettik, onlar kabul etmedi. Annan Planı sonrasında ortaya çıkan fırsatı da değerlendiremedik. Ben bunları, Türkiye’nin BM nezdindeki durumuna bağlıyorum. Yani Türkiye bugüne kadar, şu an bile, açıkça “biz KKTC’yi tanıtacağız” diye bir politikayı ortaya koymamıştır. Dolayısıyla orada ben hep bir çelişki gördüm.
“KAPIYI KAPATIP, TANINMA OLMADAN GÖRÜŞMEM DEMEMİZ LAZIMDI”
Soru: Türkiye tanıtmayı istemedi, isteseydi tanıtırdı mı diyorsunuz?
Evet. Öyle bir politika ne gördüm, ne duydum.
Soru: Peki KKTC’nin tanıtılması için Türkiye’nin ve bizim ne yapmamız lazımdı?
Uzmanlar, uluslararası hukuku incelendiğinde, “KKTC’nin tanınmaması için hiçbir engel yoktur” diyor. BM nezdinde bir halk bağımsızlığını ilan ettiğinde, tanınmasına engel teşkil edecek bir şey yok. Demek ki bizim durumumuz, Rumların BM’deki üstünlüğünün ya da bitmez tükenmez azminin sonucudur. Bilemiyorum... Ama neticede öğreniyoruz ki politika, çıkar uygulamasıdır...
Bu nedenle bizim kapıyı kapatıp, “tanınma olmadan görüşmem” dememiz lazımdı. “Beni de tanıyacaksın. Eşitleneceğiz masa başında. İki lider biçiminde eşitlik benim işime yaramıyor. Sen bana her türlü ambargoyu uyguluyorsun. Önce eşitlenelim” dememiz lazımdı. Yani bizim amacımız buydu. Kuzeye toplandık. Devlet kurduk. Artık iki devlet esasına dayalı bir çözüm olacağını söyledik. Burada yapılacak olan şey karşı tarafa bunu kabul ettirmekti. Ama bu sulandırıldı ve sonu gelmez süreç başladı. Ve sonunda da bir yere varamadık. Varacağımıza dair bir belirti de yok yani.
“HATA ÜSTÜNE HATA YAPIYORUZ”
Soru: Bizim hatamız yok mu?
CTP ile ilk koalisyon kurduğumuz zaman, geçmiş dönem hükümetin yaptığı birçok hatayı ortaya çıkarmış ve itham etmiştik. Halka rüşvet vermişlerdi. O dönemin bakanlarından Hasan Yumuk yargılanmış ve bir ay hapis yapmıştı… ABAD konusu ayrı bir konu. O konuda da çok şey yapılabilirdi, yapılmadı.. Rumların çalıştığının üçte biri kadar biz de çalışsaydık, belki de çok daha iyi bir noktada olurduk. Oysa biz hata üstüne hata yapıyoruz. Rumların AB’ye girişinin yolunu açan Çiller’in ticaret anlaşması değil midir? Helsinki anlaşmasında Ecevit bile hata yapmadı mı?
“BUGÜN KUZEY KIBRIS’TA OLUŞAN SOSYO-EKONOMİK VE KÜLTÜREL YAPI ARTIK BOZULAMAZ”
Soru: Bundan sonra ne yapılmalı sizce?
1970’lerin Kıbrıs Türkü’ne bakıldığında, bugün gelinen gelişmişliği ve refah düzeyini ne görmüş ne de hayal edebilmiştir. O günün koşullarını çok iyi biliyoruz. Ne sanayimiz, ne de tüccarımız vardı. Bugün her şeyimiz var. Bugün adada her şeyiyle var olan bir yapımız var. Bunu devlete borçluyuz. Özgür ve bağımsız yaşamaya borçluyuz...
Bugün Kuzey Kıbrıs’ta oluşan sosyo-ekonomik ve kültürel yapı artık bozulamaz. Bu, bizi tekrar bir kaosa götürür diye düşünüyorum. Yani bugünkü durum ellenemez, aksi takdirde Rumlarla yine sürtüşme içine girilebilir ve Türk tarafı huzursuz hale getirilir. Sadece mülk konusunda bile, içinden çıkılmaz bir mahkeme sürecinin içine girilir.
“RUMLAR HAYATLARINDAN MEMNUN... ZAMANDAN YARARLANANLAR HEP ONLAR OLDU”
Soru: Rum tarafının son zamanlardaki açıklamalarından, onların da federasyondan uzaklaştığını söyleyebilir miyiz?
Onların da gevşek federasyonu telaffuz ederek konfederasyondan bahsetmesi, ki ne kadar samimidirler bilmiyorum, bu yaklaşımın en gerçekçi yaklaşım olduğunu bir kez daha gösteriyor. Artık herkes federasyonun hem pratikte işlemeyecek bir model olduğunu, hem de Rumların bizimle yetki paylaşımı konusunda istekli olmadığını görüyor, söylüyor.
Rumlar hayatlarından memnun. AB’ye girdiler. Onun nimetlerinden de yararlanıyorlar. Bizimle niye anlaşsınlar?.. Zamandan yararlananlar hep onlar oldu. Rumlar mevcut durumdan çok memnun. Ortaya çıkacak hidrokarbonu da bizimle paylaşmaya niyetleri yok. Yani bir sonuca, çözüme niyeti olan taraf, karşı tarafa olumlu bir yaklaşım göstermeli. Ben bunu göremiyorum. Bize hâlâ sahte devlet, cumhurbaşkanımıza da sahte devletin cumhurbaşkanı diyorlar. Hala Kuzeye işgal altında diyorlar.
Oysa 11 yıllık işkence ve saldırıdan sonra sakin, huzurlu ve karşılıklı ilişkilerde hiçbir sorunun yaşanmadığı bir 40 yıl geçirdik. Niye bize hâlâ yaşama hakkı tanımıyorlar. Bunu çözmekte zorlanıyorum…
“Bizim kapıyı kapatıp, ‘tanınma olmadan görüşmem’ dememiz lazımdı”... Bağımsızlık ilanı sırasında UBP Milletvekili olarak KKTC’nin kurulmasına tam destek veren ve Kıbrıs Türk toplumunun bugün geldiği noktanın hayal bile edilemeyecek düzeyde olduğu değerlendirmesinde bulunan eski başbakanlardan Hakkı Atun, bağımsızlık bildirgesinin federasyona açık olmasının bir hata olduğu görüşünde…
Atun, uluslararası konjonktürde zorda kalmamak adına yakalanan fırsatların da değerlendirilmediğini düşünüyor.
Federasyonun pratikte işlemeyecek bir model olduğuna inanan Atun, bunu artık bugün herkesin kabul ettiğine, Rum liderin bile son zamanlarda gevşek federasyonda bahsettiğine işaret etti.
Kıbrıs Türk siyasetinde uzun yıllar boyunca yer alan, eski meclis başkanı ve başbakanlarından 83 yaşındaki Hakkı Atun, KKTC’nin kuruluş yıl dönümü nedeniyle TAK’ın sorularını yanıtladı ve 1983’ten günümüze meydana gelen gelişmeleri değerlendirdi.
Soru: KKTC’nin ilanına nasıl gelindi? Siz bu sürecin neresindeydiniz?
Kabine dışında kalıp, UBP Genel Sekreterliği görevini yürüttüğüm bir dönemdi. Dolayısıyla hükümet içindeki olaylardan pek haberdar değildim. Sonradan okuduklarımdan, Denktaş ile Çağatay’ın bunu bir hedef haline getirip, gerçekleştirmeyi akıllarına koyduklarını öğrendim. Müzakerelerde artık bir yere varılamıyordu, Rumlar hâlâ ayak sürüyordu, şimdi olduğu gibi ve artık geriye uygun zamanın belirlenmesi kalmıştı.
“KENDİ İÇİMİZDE BİLE ÇOK GİZLİ TUTMAYI BAŞARDILAR”
Ancak bunu çok titiz ve gizli yaptılar. Kendi içimizde bile çok gizli tutmayı başardılar. O dönem Ankara’ya görevli olarak biri gönderilir ancak Ankara Büyükelçisi Peker Turgud’dan, Dışişleri Bakanlığı’nın dahi bundan haberdar olmadığını öğreniyoruz.
Soru: Kıbrıs Türkler bağımsız devlet talebini daha önce dillendirmedi mi?
Barış Harekatı sonrasında, federe devletin kurulması aşamasında da bağımsız bir devlet ilan edelim denmişti ancak Ecevit’in iyi niyetle tarafların federal birer kanadını oluşturabileceği bir federasyondan yana tavır koyması ve doruk antlaşmaları sonrasında Makarios’ta da bir yumuşama gözlemlendiği için olmamıştı. Denktaş daha sonraki açıklamalarında Ecevit’e ayrı bir devleti kabul ettiremediğini söylemişti.
“ASKERE DAHA KOLAY KABUL ETTİRECEĞİNİ DÜŞÜNEREK HAREKETE GEÇTİ”
Soru: Türkiye’ye 1983’te nasıl kabul ettirdi?
Türkiye’de bu dönemde darbe sonrası askeri yönetimin söz konusu olduğu o günlerdi ve askerle arası her zaman iyi olan Denktaş, bunu askere daha kolay kabul ettirebileceğini düşünerek, bağımsız devlet ilanı için harekete geçti. Ve bir akşam meclisteki bütün milletvekillerini Cumhurbaşkanlığı sarayına davet edip, böyle bir niyeti olduğunu söyledi. Artık karar verilmişti. Akılcı ve mantıklı bir yaklaşımla konuyu aktardı ve o gece ülkenin dış dünyayla bağlantısının kesildiğini duyurdu.
“BÜYÜK BİR DESTEK SAĞLANMIŞTI... ÖĞRETMENLER BİLE DESTEKLEMİŞTİ”
Soru: Muhalefetin ilk tepkisi ne oldu?
O yemekte devletin ilan edileceğini açıkladığı konuşmasındaki mesaj, UBP’den çok muhalefeteydi. Onlara “yarın karşı çıkacağınız bu devletin meclisinde yer almanız doğru olmayacak” demişti. Yani karşı çıktıkları devletin meclisinde yer almalarının etik olmayacağını demek istedi. Ben diktatörce bir imada bulunarak, baskı altına aldığını düşünmüyorum... Zaten muhalefet Türkiye’nin bu konuda ne dediğini sorduğu zaman da arzu edenlerin gidip elçiyle konuşabileceğini söyledi. Onlar da aralarından bir heyet seçerek, elçiye gittiler. O dönemin büyükelçisi İnal Batu da bu konuya inanan ve destekleyen biriydi. Ertesi gün meclis toplandı ve Meclis oy birliğiyle bağımsızlık ilanını onayladı. Bu oluşuma bugün karşıymış gibi duran öğretmenler, Denktaş’a o günlerde tam destek vermişti. Sonradan öğrendim. Büyük bir destek sağlanmıştı. İnançlı bir destek… Bunların arasında Arif Hasan Tahsin de vardı.
“KENDİMİ TUTAMADIM AĞLADIM”
Soru: Devletin ilanı sonrasında ne hissettiniz?
Ben şahsen o gün Denktaş’ın konuşmasından sonra çok duygulandım. Kendimi tutamayıp ağladığımı hatırlıyorum. Dışarıda da coşkulu bir kalabalık vardı. Haber verilen halk, meclisin önüne sevinçli bir kalabalık oluşturmuştu. Denktaş Bey yine son derece duygulu bir konuşma yaptı orada da... Artık yolun sonuna gelindiğini, tutulabilecek en doğru yolun bu yol olduğunu ve başka bir çaremiz olmadığını söyledi. Halkın onayıyla bağımsızlık onaylanmış oldu.
Soru: Bağımsızlık Bildirgesi’yle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bağımsızlık denilmesine rağmen federasyona da açık olunacak denilmişti. Bağımsızlık bildirgesini herkes imzalamıştı ancak geçici bir maddeyle Türkiye’yi uluslararası konjonktürde zora sokmamak için bir esneklik gösterildi.
“TÜRKİYE AÇIKCA KKTC’Yİ TANITACAĞIZ DİYE BİR POLİTİKA ORTAYA KOYMADI”
Soru: Siz federasyona açık olunmasını yanlış mı buluyorsunuz?
Evet yanlış buluyorum. Bir yandan bizi oyalıyorsunuz diyorduk, bir yandan da federasyona açık olmakta ısrar ediyorduk. O zaman daha radikal bir yaklaşım gösterilebilseydi, belki bugün durum çok daha farklı olurdu. Yakaladığımız en iyi fırsat Gali Fikirler Dizisi’ydi. Biz kabul ettik, onlar kabul etmedi. Annan Planı sonrasında ortaya çıkan fırsatı da değerlendiremedik. Ben bunları, Türkiye’nin BM nezdindeki durumuna bağlıyorum. Yani Türkiye bugüne kadar, şu an bile, açıkça “biz KKTC’yi tanıtacağız” diye bir politikayı ortaya koymamıştır. Dolayısıyla orada ben hep bir çelişki gördüm.
“KAPIYI KAPATIP, TANINMA OLMADAN GÖRÜŞMEM DEMEMİZ LAZIMDI”
Soru: Türkiye tanıtmayı istemedi, isteseydi tanıtırdı mı diyorsunuz?
Evet. Öyle bir politika ne gördüm, ne duydum.
Soru: Peki KKTC’nin tanıtılması için Türkiye’nin ve bizim ne yapmamız lazımdı?
Uzmanlar, uluslararası hukuku incelendiğinde, “KKTC’nin tanınmaması için hiçbir engel yoktur” diyor. BM nezdinde bir halk bağımsızlığını ilan ettiğinde, tanınmasına engel teşkil edecek bir şey yok. Demek ki bizim durumumuz, Rumların BM’deki üstünlüğünün ya da bitmez tükenmez azminin sonucudur. Bilemiyorum... Ama neticede öğreniyoruz ki politika, çıkar uygulamasıdır...
Bu nedenle bizim kapıyı kapatıp, “tanınma olmadan görüşmem” dememiz lazımdı. “Beni de tanıyacaksın. Eşitleneceğiz masa başında. İki lider biçiminde eşitlik benim işime yaramıyor. Sen bana her türlü ambargoyu uyguluyorsun. Önce eşitlenelim” dememiz lazımdı. Yani bizim amacımız buydu. Kuzeye toplandık. Devlet kurduk. Artık iki devlet esasına dayalı bir çözüm olacağını söyledik. Burada yapılacak olan şey karşı tarafa bunu kabul ettirmekti. Ama bu sulandırıldı ve sonu gelmez süreç başladı. Ve sonunda da bir yere varamadık. Varacağımıza dair bir belirti de yok yani.
“HATA ÜSTÜNE HATA YAPIYORUZ”
Soru: Bizim hatamız yok mu?
CTP ile ilk koalisyon kurduğumuz zaman, geçmiş dönem hükümetin yaptığı birçok hatayı ortaya çıkarmış ve itham etmiştik. Halka rüşvet vermişlerdi. O dönemin bakanlarından Hasan Yumuk yargılanmış ve bir ay hapis yapmıştı… ABAD konusu ayrı bir konu. O konuda da çok şey yapılabilirdi, yapılmadı.. Rumların çalıştığının üçte biri kadar biz de çalışsaydık, belki de çok daha iyi bir noktada olurduk. Oysa biz hata üstüne hata yapıyoruz. Rumların AB’ye girişinin yolunu açan Çiller’in ticaret anlaşması değil midir? Helsinki anlaşmasında Ecevit bile hata yapmadı mı?
“BUGÜN KUZEY KIBRIS’TA OLUŞAN SOSYO-EKONOMİK VE KÜLTÜREL YAPI ARTIK BOZULAMAZ”
Soru: Bundan sonra ne yapılmalı sizce?
1970’lerin Kıbrıs Türkü’ne bakıldığında, bugün gelinen gelişmişliği ve refah düzeyini ne görmüş ne de hayal edebilmiştir. O günün koşullarını çok iyi biliyoruz. Ne sanayimiz, ne de tüccarımız vardı. Bugün her şeyimiz var. Bugün adada her şeyiyle var olan bir yapımız var. Bunu devlete borçluyuz. Özgür ve bağımsız yaşamaya borçluyuz...
Bugün Kuzey Kıbrıs’ta oluşan sosyo-ekonomik ve kültürel yapı artık bozulamaz. Bu, bizi tekrar bir kaosa götürür diye düşünüyorum. Yani bugünkü durum ellenemez, aksi takdirde Rumlarla yine sürtüşme içine girilebilir ve Türk tarafı huzursuz hale getirilir. Sadece mülk konusunda bile, içinden çıkılmaz bir mahkeme sürecinin içine girilir.
“RUMLAR HAYATLARINDAN MEMNUN... ZAMANDAN YARARLANANLAR HEP ONLAR OLDU”
Soru: Rum tarafının son zamanlardaki açıklamalarından, onların da federasyondan uzaklaştığını söyleyebilir miyiz?
Onların da gevşek federasyonu telaffuz ederek konfederasyondan bahsetmesi, ki ne kadar samimidirler bilmiyorum, bu yaklaşımın en gerçekçi yaklaşım olduğunu bir kez daha gösteriyor. Artık herkes federasyonun hem pratikte işlemeyecek bir model olduğunu, hem de Rumların bizimle yetki paylaşımı konusunda istekli olmadığını görüyor, söylüyor.
Rumlar hayatlarından memnun. AB’ye girdiler. Onun nimetlerinden de yararlanıyorlar. Bizimle niye anlaşsınlar?.. Zamandan yararlananlar hep onlar oldu. Rumlar mevcut durumdan çok memnun. Ortaya çıkacak hidrokarbonu da bizimle paylaşmaya niyetleri yok. Yani bir sonuca, çözüme niyeti olan taraf, karşı tarafa olumlu bir yaklaşım göstermeli. Ben bunu göremiyorum. Bize hâlâ sahte devlet, cumhurbaşkanımıza da sahte devletin cumhurbaşkanı diyorlar. Hala Kuzeye işgal altında diyorlar.
Oysa 11 yıllık işkence ve saldırıdan sonra sakin, huzurlu ve karşılıklı ilişkilerde hiçbir sorunun yaşanmadığı bir 40 yıl geçirdik. Niye bize hâlâ yaşama hakkı tanımıyorlar. Bunu çözmekte zorlanıyorum…